24 Aralık 2016 Cumartesi

Yüreğe Söz Geçmiyor-Julia Quinn


Kadere inanır mısınız?
Peki ya kader bir gün yolunuzu aşkla keserse…
Tutkuyu iliklerinizde hissederken aşktan korkup her şeyden vazgeçmek zorunda kalırsanız…
Bazen imkansızlıklar geçicidir,bazen ise imkansızlıklar hayallerle kesişir.

Kitabı elime aldığımda bu cümlelerden çok etkilenmiş ve okumaya karar vermiştim.
Harika bir kahve kokusu eşliğinde bu yazıyı yazıyorum.Kahveleriniz hazırsa okumaya devam :)

Epsilon Yayınevi’ne ait olan kitabın orijinal adı Duke and I.(Sweet November vakası yine :) ) Kitapta tarih (historical :)) ve bol aşk var.1800’lü yıllarda geçen ve karakterleri oldukça güzel bir kitap.Yüreğe Söz Geçmiyor seri kitaplarından.Yani Bridgerton Serisi kitaplarının ilki.Bridgerton demişken artık kitaptaki karakterlerden ve kitabın konusundan bahsedeyim.

İlk ve ana karakterimiz Daphne.Bridgerton ailesinin dördüncü çocuğu ve ilk kızları.

Daphne’den bahsetmeden önce Bridgerton ailesinden mutlaka bahsetmem lazım.Çünkü bu güzel aile bahsedilmeyi hak ediyor.Zaten kitabın bu kadar keyifli olmasında Bridgerton ailesinin büyük payı var.

NOT:Bu resme görsellerde denk geldim.Umarım bir yerle ilgisi yoktur.

Daphne ile birlikte Bayan Violet Bridgerton’un 8 çocuğu var.(İsimlerindeki ironi ise en keyif aldığım)

Antony,Benedict,Colin,Daphne,Eloise,Francesca,Gregory,Hyacinth.Birbirlerine fiziki olarak çok benzeyen kardeşler.Hepsi kahverengi saçlara ve karakteristik yüzlere sahip.

Daphne de kahverengi gözlere sahip,eğlenceli ve gülmeyi seven bir karakter.Oldukça hoş bir bayan.Kalabalık bir aile de büyüdüğü için evlenmek ve çocuklarının olmasını istiyor.

Ana karakterimiz Daphne’den sonra diğer ana karakterimiz Simon’u anlatabilirim.Simon Arthur Henry Fitzranulph Basset kısaca Hastings Dükü.

Bu adın devam etmesi için bir erkek çocuğa sahip olmak isteyen Simon’un anne ve babası birçok zorluktan sonra hayallerine kavuşur.Simon’un doğması ile erkek çocuk hasreti biter ama Simon’un annesi bu doğumda ölür.Babası Simon’un doğmasından çok mutlu eşinin ölmesinden ise çok mutsuz olur.Simon belli bir yaşa geldiğinde konuşamaz ve babası onun bir gerizekalı olduğunu düşünür.Büyük bir hırs ve azim ile çalışan Simon konuşmayı öğrenir.Az kekeleme yaşayan Simon kendisini bırakıp Londra’ya yerleşen babasıyla  karşılaşınca tam konuşacakken  kekeler ve babasına konuştuğunun ispat edemez.Babası “Sen benim soyuma layık değilsin.” Der ve Simon’un gitmesini ister.Bunun üzerinde Simon babasının istediği gibi biri olamadıysa artık onun istemeyeceği biri olacağına kendine söz verir.

Yıllar geçer Simon çok yakışıklı ve başarılı bir genç olur.Okulunu birincilikle bitirir.Konuşması düzelir,herkesin hayran olduğu biri olur.Ama babasını hiç affetmez.
Babası öldükten sonra Londa’ya gelir Çünkü Hastings Dükü artık odur.

Simon’un Londra’ya gelmesi Hasting Dükü olması artık onu aranılan damat -tüm annelerin listesinde olan biri- haline getirir.Hiç evlenmeyeceğini söyleyen Simon için zor günler başlamıştır.Lonra’ya gelen Simon aslında hayatının bu kadar değişeceğini tahmin etmez.

Katılmak zorunda olduğu bir baloda Daphne ile karşılaşır.(Tanışmaları bayağı komik ve ilginç ama onu da anlatmam demek tüm kitabı anlatmak ile aynı oluyor.)Daphne’den çok etkilenen Simon onun yakın arkadaşı Antony’nin kardeşi olduğunu öğrendiği zaman mesafe koyar ve uzak durur.

“Sen en yakın arkadaşımın kardeşiydin.Bana tam anlamıyla yasaklanmıştın.Ne yapabilirdim ki?Hiçbir şey yapamıyordum.Hayal etmenin dışında.”  Sözüyle Simon’un duygularını anlayabiliriz.

Yine de tüm cemiyet anneleri ve kızlarından sıkılan Simon dans ederken Daphne’ye bir teklifte bulunur.Bütün hayatları değişir.Teklif; herkes onların çift olduklarını sanacak böylelikle Simon annelerden uzak kalacak,Daphne ise Simon ile ayrıldıklarında tüm erkeklerin gözdesi olacak.Bu olaya sıcak bakan Daphne teklifi kabul eder.Ama unuttuğu bir şey var duygular!

En önemli kişilerden biri Lady Whistledown’dan bahsetmeliyim.Kendisi Cemiyet Haberleri gazetesinde yazar.Tüm olayları detaylarıyla biliyor ve bunu gazetesinde yazıyor.Onun kim olduğunu kitap bitene kadar merak edip çözmeye çalışıyorsunuz ama hem bulamıyorsunuz hem de kitabı bu kadar keyifli hale getirdiği için seviyorsunuz.Bu arada Lady Whistledown Daphne’ye takmış durumda.Birçok haberinde ondan bahsediyor.

Galiba biraz yazıyı uzattım.Umarım gereksiz detay vermemişimdir. :) Kısaca toparlamam gerekirse aslında Simon ve Daphne birbirlerinden çok hoşlanmalarına rağmen birbirlerine açılmazlar.Bir gün bir baloya giderler ve Daphne artık Simon’u sevdiğini onsuz olmak istemediğini anlar.Simon ile bahçede yürürler.(1800’lü yıllarda balodaki kızların karanlık bahçede yürümesi fazlasıyla dedikodu sebebi-günümüzde durum farklı sanki :)- )

Daphne’yi seven ve ondan çok etkilenen Simon Daphne ile yakınlaşır.Ve asıl olay Anthony   bu fazla samimi yakınlaşmayı yakalar ve deyim yerindeyse Simon’u eşek sudan gelinceye kadar döver.(Gerçekten de öyle  o yüzden bu deyimi kullanmam gerekirdi.)

Yakın arkadaşının kız kardeşine bu kadar yakınlaşmasına sinirlenen Anthony Simon ve Daphne’nin evlenmesini ister.Ama Simon asla evlilik gibi bir düşüncesi olmadığını, bir gün evlenecek olsa bu kişinin Daphne olacağını ama asla evlenmeyeceği için bunun imkansız olduğunu söyler.Bunun üzerine Anthony onu düelloya davet eder ve Simon kabul eder.(Burada şu şarkı aklıma geldi mazur görün ”O zaman ya düğünsün ya ölüm.”)
Bugün keyfim yerinde o yüzden biraz esprili ve uzun bir yazı oldu.

Daphne ise onunla evlenmek yerine ölmeyi tercih eden Simon’a çok kırılır ama yinede ölmesini istemediğini evlenmeleri gerektiğini söyler ve Simon’u ikna eder.Düğünleri olur evlenirler.Simon babasına olan öfkesinden dolayı çocuk istemez çünkü onu babasına olan öfkesi yönetiyor.Bu onların evliliklerindeki en büyük sorun olur.Bir süre ayrı kalırlar ve sorunlarını çözerler.Bu tatlı çiftin dört çocuğu olur.(Ve evet isimleri ironi :))

Bazen imkansız dediğimiz olaylar gerçek olur.Asla istemediğimiz şeyleri ikna edilerek isteriz kitapta bu çok güzel anlatılmış.İmkansızlıklar ve zorluklar gözünüzü korkutmasın.

Kitabın sonunu ve bundan sonrasını anlatmam kitabı tamamıyla anlatmak ve okuyucuya hiçbir şey bırakmamak yanlış olur.Çünkü kitabın kilit noktaları bu bölümler.Genel olarak kitabı sevdim.Eğlenceli ve güzel bir aşk hikayesi var.Okumanızı tavsiye ederim.

Bu arada Simon’un  dış görünüşünden bahsetmedim.Uzun boylu,kaslı,cüsseli,aşırı güzel mavi gözler ve harika koyu kahve saçlar.Bence siz anladınız Daphne ve beni :)

Kitapları yorumlarken puanlama sistemini sevmiyorum ama genel olarak bilgi vermeliyim.

Orijinal Adı: Duke and I
Seri Adı: Bridgerton Serisi
Çeviren:  Eda Özelmas
Yayınevi:  Epsilon
Kategori: Aşk(Bestseller,Tarihi aşk)
Yayınlandığı yıl: 2008
Sayfa Sayısı: 368
                               
 Bir başka yazıda görüşmek üzere..
Tüm sevgimle.
























8 Aralık 2016 Perşembe

Aşk Çarpsın-Reyhan Sur



Soğuk bir kış akşamından merhaba :)

Yoğun ve koşuşturmalı bir günün ardından en sevdiğim şey kahve ve kitap keyfi yapmak.

“Yorgunluk; 
Kahve kokusunu duyana kadar
Olmadı bir satırın altını çizene kadar hükmünü sürer!
Sonrası iyilik, güzellik..”  demişler :) Bu sözü çok seviyorum bu arada.

Ben bu ara en çok şiir kitabı okuyorum. O yüzden bugün bahsedeceğim kitapta bir şiir kitabı.Reyhan Sur’un Aşk Çarpsın kitabı.

“Erkekler duygusuz,aşktan anlamaz dense de kadın şair yok denecek kadar azdır.”  Diye bir klişe cümle vardır.Bu sözü hiç sevmeyen biri olarak kadın şairleri gördükçe mutlu oluyorum. Reyhan Sur’un başarılı bir eğitim hayatı var.Kendisi resim öğretmeni aynı zamanda.Bu kadar güzel şiirlerinin yanında çok güzel başarıları da var.Rabindra Bharati Üniversitesi master programını birincilikle bitirmiş ve burslu olarak okumuş.Reyhan Sur Ulusal ve Uluslar arası sergilerin yanında eserleriyle de bir çok ödül almış.

Kitaba geçersem en sevdiğim şiir Aşk Çarpsın şiiri.Kesinlikle müthiş bir şiir. :)

AŞK ÇARPSIN

harammış şarap içmek
ya bu emek
nicedir
neden büyür asmalar
tiyek tiyek

nedendir
“koruğu sabırla pekmez eylemek”

tüketmektir sabrı hoyratça belki
günah demek   
               
bir damla içmeyeni
aşk çarpsın
içeni meşk…


Seçme şiiri de çok güzeldi.

SEÇME

Şairin şiirleri gibiyiz
dağınık
ve her yerde
ve öylesine
iç içeyiz ki
gönüllerde…

Kitapta şiirlerin yanında şairin çizdiği resimler de bulunmakta.(Resim de olduğu gibi)



Ve ayakta kalmak şiirini de tabi ki çok beğendim. :)

AYAKTA KALMAK

Onca batıp yakan
Diken varken yüreklerde
Sonsuza dek çiçek açmaya
Yeminliyiz yine de…

Benim çok beğendiğim şiirler bunlardı.Devamını resimler halinde ekliyorum.
                                   

                                           
                                          


Kitabı ilk açtığınızda şairin eşinin yazdığı sözlerin olduğu sayfa bizi karşılıyor çok beğendiğimi belirtmeliyim.Reyhan Sur bu kitabını eşi İbrahim Sur’un anısına yazmış.

                                  


Denk gelirseniz mutlaka bakın ve ruhunuzu dinlendirin bu kitapta.

Bir sonra ki yazımda görüşmek üzere.
Tüm sevgimle..     






3 Aralık 2016 Cumartesi

Anayurt Oteli -Yusuf Atılgan



Aralık ayının ilk yazısı ile merhaba :)

Kış gelince kitap okumak artık daha keyifli hale geldi. Bu yazımda Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli kitabından bahsedeceğim.

Bu yazı biraz gecikti çünkü vizeler ve dersler derken bayağı koşuşturmaca olan bir ay geçirdim. Bu yüzden fazla yazı yazamadım. Ama bu ay güzel yazılar yazmayı planlıyorum. Çok güzel kitaplar ve yazılar olacak :)

Yusuf Atılgan’ın okuduğum ilk kitabı Anayurt Oteli. Kitaptan bahsetmeye başlayayım artık :)

Anayurt Oteli kitabının arka kapağında şu yazı vardı.

‘ “Ne ölü,  ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet.Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli’yle aynı kaderi paylaşıyor.Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.

Gecikmeli Ankara treniyle gelen –adını bile bilmediğimiz- kadın, otelde bir gece kalır ve Zebercet’in  de, Anayurt Oteli’nin de sessiz akıp giden günlerinin içeriği değişir.

Küçük ayrıntıların şaşmazlığında tekdüze şaşmazlığında nerdeyse takıntılarla sürüklenen bir yaşamın öfkesi de,çaresizliği de büyük oluyor.

 Türk edebiyatının unutulmaz bir tipi ve unutulmaz bir mekanı.’

Anayurt Oteli Anadolu’nun bir kasabasında tren istasyonuna yakın bir yerde bulunuyor.Tahmini olarak kitaptan bahsedilenler ile 1960’lı yıllarda geçen bir hikayesi var.

Kitabın ana karakteri Zebercet.(Evet hiç duymadığımız ilginç bir isim kitapta da bundan bahsediliyor.) Zebercet Anayurt Oteli’nin sorumlusu.Bütün otel işleri ona ait.Otelin sahibi Rüstem Bey İzmir de yaşadığı için  otel ile Zebercet ilgileniyor.Zebercet yalnızlık çeken ve psikolojik sorunları olan bir karakter.Günlerinin sürekli aynı olması,yalnız olması ve otelin bütün sorumluluğundan dolayı mutsuz bir karakter.

Zebercet oteli ortalıkçı kadın ile birlikte işletmektedir.Adı olmayan bu kadın otelin bütün işleri ile ilgilenmektedir.Tek akrabası dayısı olan ortalıkçı kadın çalışması için Anayurt Oteli’ne getiriliyor ve kazandığı para dahi dayısına veriliyor.Bu kadından hiç hoşlanmayan Zebercet onu kullanmaktan da vazgeçmiyor.(Kitapta en rahatsız olduğum şey ortalıkçı kadının cinsel obje olarak kullanılmasıydı.Kadına cinsel obje gözüyle bakmak, okumak istemezdim.)

Zebercet’in tek düze olan hayatı adını bile bilmediği bir kadının gelmesiyle değişir.Kadın gecikmeli Ankara treni ile gelir ve bir gün otelde kalır.Kadından çok etkilenen Zebercet kadın otelden ayrıldıktan sonra o odayı hiç kimseye vermiyor ve hiç bir şeye dokunmuyor.Bir süre sonra bu odaya yerleşip o kadını hayal etmeye başlıyor.Zebercet için o kadından sonra hayat aslında duruyor.O kadından sonra bir çok sorun yaşıyor.

Bu arada otele gelen emekli subay ve diğer müşteriler Zebercet için daha sorunlu bir hal alıyor.Emekli subay diye bildiği kişinin katil çıkmasından çok etkileniyor Zebercet.Bir süre sonra otele hiçbir müşteriyi kabul etmiyor.Otel de sadece Zebercet ve ortalıkçı kadın kalıyor.Kimse olmadığı için ortalıkçı kadın köyüne dönmek ister ama Zebercet buna izin vermez.Bir gün meyhaneye giden ve içen Zebercet otele döndüğünde ortalıkçı kadını boğarak öldürür.

Bu olaydan sonra daha vahim bir hale gelen Zebercet kasabanın adliyesine  gidip izleyici olarak katıldığı bir davada karısını öldüren bir adamın yerine kendini koyarak iç hesaplaşma yaşar.Amaçsızca yaşamaya ve kasaba da dolaşmaya başlayan Zebercet Ulu Park’ta bir ihtiyarla karşılaşır sohbet eder ve otele döner.

Otele döndükten sonra olan olaylardan ve hala özgür olmasını kabul edemeyen Zebercet kadının odasında ki tavana kendini asar .



Anayurt Oteli hem psikolojik hem de sürrealist bir romandı bence.Kitapta yalnızlık,mutsuzluk ,yabancılaşma gibi konular işlenmişti.

Eğer denk gelirseniz Anayurt Oteli’ne okuyun derim.


Tüm sevgimle..